11 Şubat 2015 Çarşamba


Ortadoğu'da  Dönüşümün Sancıları

 

    Irak-Şam İslam Devleti isimli eli kanlı örgütün Irak ve Suriye'de başlattığı saldırı devam etmektedir. Bu örgütün saldırıları uzun süre daha devam edeceğe benzemektedir. İŞİD saldırılarıyla birlikte, gerek Ortadoğu ülkeleri, gerekse de Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri açısından grift bir durum ortaya çıkmıştır.

    Özellikle ABD'nin enerji yollarını denetim altına almak ve aynı zamanda İsrail'in uzun vadeli güvenliğini sağlamak için Irak'ı işgal ettiğinden bu yana,  Ortadoğu'da mezhepler arası kışkırtmalarda daha bir aktif rol oynadığı bilinmektedir. İŞID'din güç toplamasını, silahlanmasını niçin görmezden geldiğini bir de bu bağlamda tartışmak gerekir. Bu kadar büyük gücün bir anda ortaya çıkmasını, hele hele bir yerlere dayanmaksızın  muazzam bir askeri güce sahip olmasını doğal görmek akıl işi değildir. Bugün Suriye'de ve Irak'ta yapılan katliamların, ABD silahlarıyla yapılıyor olması, salt tesadüflerle açıklanamaz. Ama kabul etmek gerekir ki, olayların dizginlenemez düzeye gelmesinin sorumlularından biri de, İran destekli Şii-Maliki iktidarı olmuştur. Irak'ta fay hatlarını derinleştirilmesine katkıda bulunarak, bugünkü tablonun oluşmasını körüklemiştir.   

    Bugün DAIŞ'e aracı rolü oynatılarak gelecekte Ortadoğu'da yapılacak dizaynın ön adımları atılmakta. Şu anda mevcut çatışmaların boyutuna bakılırsa, Irak ve Suriye'de mezhepleri temel alan federal veya konfederal bir çözümden ziyade bağımsız devletler biçiminde bir ayrışmaya doğru gidiş vardır. Mezheplere dayalı yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması, Bölge'de  gerçekten uzun vadeli barışı getirip getirmeyeceği tartışmalıdır. Ortadoğu ülkeleri,  Çin, Rusya, ABD ve B.Avrupa'nın, hangi ortak noktalarda çıkarlarının dengeleneceği tam bir muammadır. Bu nedenle de, Bölgede mezheplere dayalı yeni sınırların çizilmesi pek o kadar kolay gözükmüyor.

    Ortadoğu'nun yeniden bölüşümünde Başta Türkiye ve İran gözardı edilemez. İşte, 'Grift bir durum ortaya çıkmıştır' derken, bu noktayı da kastediyorum? İçinde bulunduğumuz koşullar, Birinci Dünya Savaşı koşullarından çok farklıdır. İran ve Türkiye'nin kabul etmediği çözümlerin, geciçi de olsa başarıya ulaşması mümkün değildir. Ayrıca Bölgenin böylesi bir temelde parçalara ayrılması, İran'ı daha da güçlendirme olasılığı vardır. İran, bir kaç müttefike kavuşmuş olacaktır. Aynı durum, Türkiye için de geçerlidir. Amerika Birleşik Devletleri ve B.Avrupa'nın, Ortadoğu'nun yeniden bölüşümünde, Türkiye'yi ve İran'ı dolaylı da olsa güçlendirecek bir çözümden yana tavır alması, sadece paylarına düşecek pastanın büyüklüğü ile orantılı değildir. Çünkü aktörler çok ve de güçlüdürler. Sahnede boy gösteren aktörlerin sayısını azaltacak yeni Hiroşima'ya kimse cesaret edemez. Bu da, yürütülen savaşın, daha çok yıllar alacağı anlamına gelir. Ortadoğu bu gidişle, çok daha ciddi alt-üst oluşlara sahne olacağa benzemektedir.

    Yürütülen savaş, salt dinler ya da mezhepler arası savaşı gibi gösterilmek isteniyorsa da, aslında tam anlamıyla yeniden bölüşüm savaşıdır. Sosyalist sistemin dağılmasıyla birlikte 'barışçıl ortam' beklentisi yayan emperyalist güçler, tam tersi bir ortamın ortaya çıkmasına neden oldular. Kapitalizmin her zamanki aç  gözlülüğü ağır bastı; talanla, savaşla ve silahlanmayla krizlerine çare aramaya devam etti.

    Amerika Birleşik Devletleri soğuk savaş döneminde Eisenhower doktrini'ni uygulamaya koyarken, İngiltere' nin bölüp bölüştürdüğü sınırları temel almayı çıkarlarına uygun bulmuştu. Buna bir anlamda mecbur kalmıştı, çünkü karşısında Sovyetler Birliği vardı. Süreç içinde her iki sistemin her alanda başlattğı rekabetten Sovyetler Birliği yenik olarak çıktı. ABD'nin başını çektiği Batı dünyası başarılı oldu. Arkasından dünyada istediği anda, istediği ülkelere, istediği biçimde müdahale etti; Afganistan, Irak ve Libya. Buralarla da sınırlı kalmayıp Osmanlı İmparatorluğu'nun egemen olduğu alanı yeniden yapılandırma çabası içine girdi. Birinci Düya Savaşı döneminde Britanya'nın oynadığı rolü oynamaya koyuldu. Ve şu anda Bölge, tam bir kaosa sürüklenmiştir. Yaşanan bu kaos ortamına karşı Batı dünyasının takındığı tavır, sömürgeci geleneğinden kaynaklanan reflexle hareket etmedir. Şu anda kurulan kooalisyon, kaosu önlemeye değil, çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmasını engellemeye yöneliktir. Bir nevi nöbet bekleyişi içindeler diyebiliriz. Bu da gösteriyor ki, ABD'nin günümüz koşullarında Bölgeyi yeniden dizayn etme çabaları, pek o kadar kolay gözükmemektedir. Önünde çok ciddi engellerin olmadığını kimse söyleyemez.   

    ABD'nin günümüzde rahatça hareket edememesinin bir çok nedeni vardır. Her şeyden önce günümüz koşulları çok farklı. Bunlardan en önemlisi de, Rusya Federasyonu başta olmak üzere, dünyanın bir çok bölgesinde bir çok ülke hemen her alanda epeyce güçlenmiş durumdadırlar. Örneğin geçmişte Marsall Planı'nın en fazla savunuculuğunu yapan Türkiye ve İran'dı ama şimdi bunlar her istenileni itirazsız yerine getiren ülkeler konumundan çıkmışlardır. Yine Arjantin, Hindistan, Brezilya v.b ülkeler, bölgelerinde  güç olma konumuna gelmişlerdir. Çin ise artık süper güç olmuştur ve giderek ekonomik olarak ABD'yi sollayacak bir düzeye gelmiştir. Yani ABD, liderliğini dayatmadan ziyade, liderliği kaptırmamanın kavgası içine düşmüştür diyebiliriz. Çin'in sanayileşmede katettiği aşama ve günümüz teknolojini pazarda hizmete sunma gücü elbette tartışılır. Ne olursa olsun, genel ve bölgesel güçlerin konumları değerlendirildiğinde, ABD ve B.Avrupa'nın gelecekte hareket etmek için oluşturmaya çalıştıkları zeminin, hayal ettikleri kadar pürüzsüz olmayacağı gerçeği inkâr edilemez. Bu durum, 'Globalist' denilen sistemin çöküşünün ifadesidir bir anlamda. Özellikle doksanlı yıllardan itibaren gezginci sermayenin bölgesel, etniksel, mezhepsel ve hatta kültürel farklılıkları körükleyerek sömürü ağını daha da genişletme gayretleri, günümüzde ABD ve B.Avrupa'ının kendi iç çelişkilerinin alevlenmesine de neden olmuştur. Şimdi, sınırlanmaya karşı tahammülsüzlüğün verdiği hırçın davranışlar sergiliyorlar.Avrupa'nın göbeğinde faşist örgütlenmelerin neredeyse iktidara yürümeleri boşuna değildir. Geçmişte olduğu gibi Washıngton'da, Londra'da veya Brüksel'de yuvarlak masa etrafında bir araya gelip istedikleri çözümü dayatma dönemi geçti. Yuvarlak masada  dayatmaya çalışacakları 'çözümler', evlerinin bacalarında yangın çıkarma tehlikesini de içinde barındırmaktadır.

    Diğer bir nokta ise, Oratadoğu halkları diktatörlüklere karşı mücadelede önemli deneyimler elde etti ve birçoğunu da yıkmayı başardı. Bu süreç şu veya bu biçimde engellenmeye çalışılmakta. Ama ister örgütlü, ister kendiliğinden olsun, kitleler, demokrasi ve özgürlüklerin mücadele ile alınacağını kavramış durumdadır.

    Ortadoğu halkları uzun yıllar krallıklar ve Baas rejimleriyle cendere içinde tutulmuştur. Artık kapak açılmıştır. Şimdi mezhep kavgaları yaygınlaştırılarak, halkların demokrasi ve özgürlüklere ulaşması engellenmek istenmekte, daha doğrusu, emperyalist güçler, çıkarlarını sarsmayacak yeni iktidar biçimleri yaratmanın kavgasını vermekteler. Bunun pek mümkün olmayacağı açığa çıkmıştır. DAİŞ/IŞID, El-Kaide, PKK, Boko Haram türü çağ dışı dayatmalarla sonuç alınamayacaktır. Er veya geç Bölgede yaşanan kaos sona erecek ve şu veya bu biçimde bir çözüme ulaşılacak. Ama ne tür bir çözüm ortaya çıkarsa çıksın, her koşulda da emperyalist güçlerin pastaları küçülecek.

    Bir başka önemli nokta ise, çatışmaların, savaşların yoğun olarak sürdüğü alan sadece Ortadoğu değil, Kuzey Afrika, Nijerya, Myanmar, Orta Afrika Cumhuriyeti, Afganistan ve Ukrayna var. Bu kadar geniş bir çoğrafyada aynı anda çatışma ve savaşların ortaya çıkması ABD ve B.Avrupa'nın da güclerinin bölünmesini getirmektedir.  Artık ister Ortadoğu'da, ister Afrika'da halkların iradesini temel almayan çözümler başarılı olamaz.

    Ortadoğu'da kıran kırana yürütülen savaşta,  Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni farklı bir zeminde ele almak gerekir. Nedenleri gayet açıktır. Yukarıda değindiğim örgütler halklara karşı kanlı eylemler gerçekleştirirken, Kürdistan Yönetimi halkını korumanın kavgasını vermiştir. Hem Batı'da, hem de Güney'de Kürt halkının katliamdan kurtarmıştır. Bu büyük bir başarıdır. Son model silahlarla donanmış katil bir gücü toprakları üzerinde yenilgiye uğratmıştır. Bu arada Bağdat yönetimiyle yaşadığı sınır anlaşmazlıklarını da çözmüştür. Aynı zamanda ekonomik, siyasal ve askeri alanlarda muazzam oranda güç kazanmıştır. Tüm bunlardan daha da önemlisi, dayatılan mezhep kavgasının içine girmemiştir.Çok renkliliği ve çok sesliliği korumayı başarmıştır. Dönemin koşullarını fırsat bilerek çok sesliliği bastırmanın içine girmemiştir. Çağ dışı kanlı bir örgüte karşı mücadelenin önderliğini başarıyla yapmıştır. Bu, diğer tüm halklar açısından da bir kazançtır.

    Ama bu noktada bir parentez açarak kandan fırsat edinmeye çalışan sürüngene, bir diğer adıyla PKK ve de çıngırdaklarına da değinmek gerekir. Bunlar ilk başlarda stratejilerini Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin yenilgisi ihtimali üzerine oturttular. DAİŞ/IŞID'in halklara karşı giriştiği kanlı terör eylemleri umurlarında bile değildi. 1988 Enfal'linden sonra yaptıkları çapulculuğu yeniden organize etmenin planlarını yaptılar ama tutmadı. Hatta Erbil'in düşmesi için dua ettiler. Eğer PKK ve çıngırdaklarına kalsaydı bugün yüzbinlerce Kürt katledilmiş olacaktı. Bazıları yine ortaya çıkıp, 'öyle değil, ucundan kıyından direndiler' diyecek. Bunlar inandırıcı olamazlar. Rojawa'da Toplumu toplum yapan tüm dinamikleri yıktılar. Yani toplumun direnç merkezlerini yok ettiler. Esad cenderesinden kurtulmayı uman kitleler daha beter bir cenderenin içine tıkıldı PKK eliyle. Beşşar Esad rejiminde en geri düzeyde de olsa bir devlet hukuku vardı. Ama PKK-PYD'de bırakın en geri düzeyde bir hukuk anlayışını, kitleler üzerinde sistematik terör estirmeyi hukukun temel prensibi haline getirdiler.  Hukuk, farklı, aykırı düşünen herkesin kafasına kurşun sıkmayla özdeştirildi. Kürt halkı bu derece düşürülmemiş olsaydı DAİŞ Rojava'nın yanından bile geçemezdi ve hele hele bu derece tahribat yapamazdı. Rojawa halkı adeta iki ateş arasında bırakıldı, çareyi Türkiye'ye kaçmakta buldu. Gerçekten direnmek isteyen, eli silah tutan halk, ümitsizliğe sürüklendi. Ensesi kalınların ve göbek şişirenlerin yönetiminde savaşmayı kabul etmedi aslında. Hem Esad'la işbirliği yapacaksın, hem de Ankara'nın lüks kebab salonlarında kese doldurmak için dilencilik yapacaksın...Eli silah tutan onbinlerce gencin Türkiye'ye geçişi kurtuluş olarak görmesi bu nedenledir.

    İşte böylesi koşullarda peşmerge, Türkiye'nin açtığı koridordan geçerek duruma müdahale etmek zorunda kaldı, hem de açılmış bir kaç cephede savaşmayı göze alarak. Sonuçta peşmerge güçlerinin sabırlı ve uzun mücadelesiyle İŞİD çeteleri yenilgiye uğratıldı. Şu anda da laylom-lay partileri düzenliyorlar, onca müceleye ve emeğe saygısızlık yaparcasına. Bu da yetmiyor, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne karşı provokatif çıkışlar yapmaya devam ediyorlar. Hatta Şengal'de kanton için pervasızca provokasyonlar geliştiriyorlar. Batı Kürdistan'da ilan ettikleri kantonlarda tango yaparken, DAİŞ'in Kobani'yi işgal etmesine seyirci kalmalarını unutturacaklarını sanıyorlar.

    Sonuç olarak, ne yerel güçlerin, ne de emperyal güçlerden her hangi birinin isteği doğrultusunda Ortadodu'da sorunlara çözüm bulma imkansızlaşmıştır. Halkların iradesini temel alan çözümler, uluslararası dengelerde yerini bulacaktır.

6.02.2015

Baki Karer

 

 

Hiç yorum yok:

YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE

  YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE       Türkiye’de son yirmi yılda oluşan koşullarda yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir fark kalmadı.  Aslı...